Ebter dediler diye ayetler geldi
Soyun kesildi dediler Fatıma verildi
Bir kız verdi Allah hediyemdir dedi
Adı on bir yıldız oldu Fatıma ananın
..
Rasulümüz (s.a.v)'in "O, benden bir parçadır." dediği biricik kızı, cennet hanımlarının efendisi.. 22 Kasım'da vefat eden Hz. Fatıma (r.a), bize çokça güzel ahlâk bırakarak bu dünya esaretinden kurtulup sevdiceği babasına kavuştu. O (r.a.), babasına en çok benzeyen idi bu nedenle ona "misli ebîha" yani "babasının aynısı" derlermiş. Rivayet edildiğine göre oturuşu sevgili Peygamberimiz (s.a.v)'in oturuşu, yürüyüşü sevgili Peygamberimiz (s.a.v)'in yürüyüşü, konuşması ve tavırları da sevgili Peygamberimiz (s.a.v)'in konuşması ve tavırlarıymış; o kadar benzermiş babasına.
Bizler aynı zamanda Fatıma annemizin hayatından "Bir kadın olarak acaba Rasulullah (s.a.v)'e ne kadar yakın olunabilir?" sorusunun cevaplarını arayabilir, onun hayatındaki sevgi, saygı ve kanaatten de beslenerek çok güzel istifade edebiliriz. Bu önemli hasletleri, birkaç olay penceresinden ele alalım:
1-Babasının sırtındaki işkembeleri temizlemesi olayını birçoğumuz biliyoruz fakat yine de zikredelim çünkü farklı bir perspektifle bakmamız gereken çok kıymetli bir olay; Rasulümüz (s.a.v), Kâbe'de namaz kılıyorken Mekke'nin bahtsız müşrikleri, yeni kesilmiş bir deve işkembesini O (s.a.v) secdeye gittiği bir anda kafasına bırakırlar. İşkembe dediysek deve işkembesi olduğunu unutmayalım, ağırlığı öyleydi ki Rasulullah (s.a.v) başını secdeden kaldıramadı. Bunun üzerine yükselen çirkin kahkahaları, "ya ebetî, ya ebetî" yani "babacığım, babacığım" feryadı böldü; bu Hz. Fatıma (r.a) annemizin sesiydi, babasının yanına gitti. Henüz 11 yaşındaydı, gücü o işkembeyi kaldırmaya yetmiyordu; güç bela ittirerek babasının başındaki ağırlığı hafifletti. Birbirlerine sarıldılar; bir baba kız sarılması gibi değil de bir ana oğul sarılması gibi bir teselliydi bu sarılma. Zaten babası ona "ümmü ebîha" yani " babasının annesi" derdi; Fatıma annemiz bir evladın babasına duyduğu şefkatle değil de bir annenin evladına şefkatiyle yaklaşırdı. Peygamberimiz (s.a.v.)'in üstünü bir yandan temizliyor bir yandan ağlıyordu. Peygamber Efendimiz(s.a.v), kızının yaşlı gözlerini görmeye dayanamayıp, belki de çocukluğumuzdandır sığındığımız şu cümleyi kurdu: Üzülme Fatımacığım, Allah babanı zayi etmeyecektir.
Bu olaydan çıkarmamız gereken öyle samimi dersler var ki inanın bu sahne üzerine film de çekilir, kitap da yazılır. Fakat seneler sonra bu olayı bir daha siyer akademisinde dinlediğimde şu sorgulamayı yaparken buldum kendimi, ben kaç defa Peygamberime atılan iftiraları temizledim, ona duyulan kin ve öfkeye rağmen ona kaç defa koştum, sıcak tebessümüne kaç defa sığındım da "zayi olmayacağız" diye bir inanç fısıldandı yüreğime? Hiç fısıldansa yolumda bu kadar tökezler miydim? Peki ben kaç defa namaz kılarken zorlanan ve hatta hiç kılmayan insanlara yardım ettim; 11 yaşında ve namazın henüz kendisine farz olmadığı bir kız çocuğu kadar samimâne aileme, akrabalarıma, arkadaşlarım ve akranlarıma ve sonrasında hayatıma devamlı girip çıkan diğer insanların kıldıkları namazda kaç defa arkalarında durdum, onlara yardım ettim, zorlandıklarında itilip kakıldıklarında yüreklerine su serptim dostluğumla? Kendim namazı kılıyorsam bu yetecek miydi? Yoksa zaten imanın lezzeti dediğin, birbirinin zorluklarını gidermede miydi?
Şunu da müslümanlar olarak bilmemiz gerekir, o gün bu hain işkembe bırakma planını uygulayan bahtsız adamların isimleri şunlardır: Şeybe bin Rebia, Utbe bin Rebia, Ümeyye bin Halef; bunlar planı onaylayıp destekleyen üç bahtı kara. Ukbe bin Ebû Muayt isimli bahtsız adam ise işkembeyi elleriyle bırakma bedbahtlığını nasiplendi. Fakat tüm bu planlar tek bir akıldan çıktı: Ebu Cehîl. Ebu Leheb gibi elleri kurusun! Bu isimleri bilmemiz ve güllerin sultanına azılı düşman olan bu ve bu gibi isimlere bilenmemiz gerekir.
2-Hz. Ali ile izdivacı hususu kalbimde büyük yer ediyor ve her düşündüğümde daha çok etkileniyorum. Çeyizin elzem eşyalar haricinde hiçbir eşyadan oluşmaması mesela.. Hz. Fatıma'nın mihrinin, Hz. Ali'nin elindeki tek varlığı olan bir zırh değeri kadar olması.. Evliliğindeki hiçbir tartışmayı ev dışına çıkarmaması, en zor durumlarında dahi babacığının tavsiyelerine uyup isyan etmemesi, Hz. Ali'nin annesi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ikinci annem dediği Fatıma annemizle yani kayınvalidesi ile aynı evde yaşaması.. günümüze bakınca ne de zor şeyler oldu bu saydıklarım.
Rasulullah (s.a.v) Fatıması'nın cennet prensesi olacağını biliyor ama dünyada bu kadar zorluk ve yokluk çekmesine dayanamayıp şu sözleri söylüyor, şimdi annen Hatice yaşasaydı sana ne güzel çeyiz düzerdi. Fatıma annemizin cevabı ise tarihe değil bilakis biz genç kızların kalbine yazılmalı, ya Rasulullah senin bana öğrettiklerin benim çeyizimdir. Nedir peki ona öğretilen ve çeyizimdir dediği şey? Allah'a ve dinine tabi olmak. Dikkat edelim ki bunu çeyizi olarak benimseyince hem dünyada hem ahirette en güzel konuma geldi. Dikkat edelim ki o hem dünyanın hem ahiretin hanım sultanlarından oldu.
Hz. Ali (r.a) de Fatıma annemize layık bir eş.. Rasulullah (s.a.v)'e yakın olmak için her kahramanlığı yapan yiğidimize, Allah (c.c.) Fatıma gibi biriyle düşlediğinden bile daha büyük bir yakınlık nasip etti. Evlenmek için elindeki tek varlığı zırhıydı ve pazara gidip onu halktan birine sattı. Bu hikâyenin devamı öyle büyük bir kardeşlik içeriyor ki bütün arkadaşlıklarımızı sorgulatacak ihtimalen, Hz. Osman bunu duyuyor ve Hz. Ali'den zırhı satın alan kişiye gidip zırhı geri satın alıyor ve Ali'ye evlilik hediyesi olarak o zırhı veriyor.. Şimdi bir daha düşünelim asr-ı saadetin bize nasıl da işaret ettiğini, asl-ı saadeti.
Ev içinde olup bitenlerin evden çıkmaması hususuna gelince ise hep kendime şunu mırıldanıyorum, senin kalbindekiler bile kalbinde saklı kalmıyor. Ne çok seviyoruz değil mi kötüyü konuşmayı, yaymayı; iyiyi küçümsemeyi, yermeyi. Oysa Hz. Fatıma (r.a.), ev içi kişisel mevzuları bırakalım ev işleri için dahi bir yardımcı istemeye gitmeye hayâ edermiş Rasulullah (s.a.v)'in evine. Olay şöyle zikredilir: Hz. Ali (r.a.)'nin, kuyudan su çıkarıp satmakla para kazandığı bir zamanda elleri nasır tutunca bir gün, eve geldiğinde Fatımasına ufak bir nâz eyler. Kocasının ellerindeki nasırı görünce Fatıma sultan da elini açıp kendi elindeki nasırı gösterir ve kendisinin de beş çocuk ile ev işlerine yetişmekte zorlandığı hususunda dertleşir. Hz. Ali (r.a.), Rasulullah'a gidip bunu söylemesini ve bir yardımcı istemesini önerir ve Hz. Fatıma (r.a.), ertesi sabah babacığının evine gider fakat Rasulullah (s.a.v) evde yoktur. Hz. Fatıma (r.a.) da Hz. Aişe validemize durumu anlatır ve eve döner. Gece Rasulullah (s.a.v) evine gelince durumu ev ahalisi ona anlatırlar ve Rasulullah (s.a.v) da hemen Fatıma annemizin evine gider. Bu sahneyi Hz. Ali'nin dilinden anlatalım: Gece Rasulullah kapıyı çaldı, girmek için izin istedi, biz de uykuya hazırlanmıştık yataklarımızdaydık, Rasulullah içeri girdi ve bizim kalkmamıza müsaade etmeden ben ve Fatıma'nın ortasına uzandı. O uzanınca ayağı ayaklarımıza değdi, ayağının serinliği gönlümüze kadar ulaştı, söze şöyle başladı: Kızcağızım Allah'a itaat et, kızcağızım eşine itaat et. Bugün Aişe'ye gelip bir yardımcı istediğini söylemişsin, vallahi Sûffa'nın hâli buyken baban sana yardımcı veremez. Ama sana daha hayırlı bir şey söyleyeyim mi? Yatmadan önce 33 defa sübhanallah, 33 defa elhamdülillah, 33 defa allahuekber deyin ve uyuyun.
Yahu babacığım bunlar karın doyurur mu, bunlar işlerimi bitirir mi, dememiş Hz. Fatıma. Aksine o günden itibaren uygulamış ve bize nakledildiği üzere şunu söylemiş, babam bunu dedikten sonra ne zaman bunu yaptıysam ne yorgunluk kaldı, ne açlık.. İnanarak yapılan her şeyde olduğu gibi bu manzarayı da akıl almaz, gönül bu teslimiyete hayran kalır.
Hz. Fatıma (r.a.)'ya dair daha söylenecek çok söz, hayatından çıkarılacak çok güzellik var fakat bu mübarek şahsın vefatından da bahsedip, hayatından eksik kalan kısımları kendimiz de araştırıp tamamladıktan sonra, dünya hayatımızda birer Fatıma olmaya dönmemiz gerekir.
3- Vefatını yine hepimizin bildiği o sahneyi hatırlatarak kaleme alacağım: Peygamberimiz (s.a.v)'in son nefesini verdiği o hüzünlü dakikalarda Hz. Fatıma (r.a.) o kutlu evde, sevgili Peygamberimiz (s.a.v)'in yanındadır. Annemiz, Rasulullah (s.a.v.) onun kulağına bir şey deyince önce ağlamaya başlar sonra kulağına farklı bir şey söylemesi üzerine gülmeye başlar ve bildiğimiz üzere Rasulullah (s.a.v.) birincisinde kendi vefatının, ikincisinde ise ehli beytinden ona ilk kavuşacak kişinin kendisinin yani Hz. Fatıma (r.a.) olacağını söyler. Burada şunun farkına varmalıyız ki hangi evlat babasını ne kadar severse sevsin babası öldüğü zaman ona erkenden kavuşacağı için sevinemez. Fakat evladın anne babasına yapamadığını bir anne evladına karşı yapabilir; anne, evladını kaybettiğinde hep cennette bir meleğin onu beklediğine inanır ve ölümden korkmaz hatta öleceği ve evladına kavuşacağı için sevinir; işte Hz. Fatıma'nın babacığına duyduğu hislerin, evlat düşkünlüğünden değil de anne düşkünlüğünden olduğunu bir daha bu sahnede görüyoruz.
Vefat edeceğini ve bunun için çok uzun bir zaman geçmeyeceğini bilen Hz. Fatıma (r.a.), çok daha fazla hayır ve güzel iş peşinde koşar. Rivayet edildiğine göre Fatıma annemiz, Esma annemize bir gün şu soruyu yöneltir, ben vefat ettiğimde nasıl korunabilirim Esma? Esma annemiz iffet timsali kadının bu sorusundan çok etkilenmekle birlikte tabutla defnedilme hususunda ona bilgi verir ve Fatıma annemiz, Peygamberimizin vefatından beş buçuk ay sonra Bâki Kabristanlığı'na bir gece vakti, tabut ile defnedilir.
Vefat ettiğinde kendini nasıl koruyacağını düşünmesi iffetine bir örnektir diye belirtmemize gerek yok aslında ama belirtsek de, iffeti hayallerimizden de öteye atmaktan vazgeçecek gibi durmuyoruz ne yazık ki. İffet, cennetin 4 sultanındaki ortak özelliklerden biriydi.
Rabbim, bizlerin kalbindeki korkunu ve ümidini arttır ve bizlere cennete gitmeyi nasip ettiğin gönlü temiz, niyeti salih kullarının arasında olmayı nasip et. Kalplerimizi istikamete, sonumuzu selâmete vardır, bizleri Fatıma annemizi örnek alan bahtiyarlardan kıl, âmin.
Mekiye YEŞİL
**************************