Yazarın önsözde belirttiği gibi bu kitaptaki yazılar gezi notları değildir. Çoğu bölümde ümmet şuurunun, Müslüman bilincinin mekânlar üzerinde duyumsattığı hislerin toplumsal ve siyasi açıdan değerlendirilmesi, yazıya dökülmesi demek daha uygun düşer. Yazar, on yılı aşkın sürede gittiği ülke ve şehirleri salt gezmekle kalmamış bölge halkının acısını, sevincini, tarihi ve kültürel değerlerini bazen yalnızlıklarını bazen terk edilmişliklerini paylaşmış ve kendi ifadesiyle " gözlemleriyle boş sayfayı doldurma çabası"nda bulunmuş.
Endülüs'le başlayan birinci bölüm Kudüs, Selanik, Bosna, Arnavut, Patani, İran, Bağdat, Erbil, Cezayir, Sevakin'le devam ederek Sudan'da noktalandırılmış.
Kitabı okurken Aliya'nın şu sözü her defasında zihnimde istemsizce canlanıyordu: "Şunu unutma evlat! Batı hiçbir zaman medeni olmamıştır."
Endülüs'ün Müslüman İspanyollardan (morisko) milyonlarca insanı Arap diye yaftalayarak " geldikleri yere gönderdik" diyenler, Arnavutluk’ta halkın çoğunluğunun yüzyıllardır Müslüman oluşunu sindiremeyip koskoca Osmanlı mazisini silmeye yeltenenler, Bosna'da Srebrenista katliamında "Sizi tanrı bile kurtarmaz " narası atanlar, Kudüs’te halkı zorbalık, tehdit ve ölümle korkutanlar, Patani'de yerli Müslüman halkı azınlık durumuna düşürüp yoksul ve aç bırakanlar, Bağdat'ın ihtişam dolu tarihini petrol kanına bulayanlar, Cezayir ve Sudan gibi daha birçok ülkede insanları kendi öz değerlerinden koparıp beton duvara mahkûm edenler hiçbir zaman medeni olmadı. Göz boyadı, kandırdı, alay etti ve en kötüsü de kendisi olmayan herkesi asimilasyona maruz bıraktı. Ne yazık ki bu zihni bunalım içerisinde Müslüman kimliğini koruma çabası seküler kavramların dışına çıkamadı. Örneğin Arnavutluk'ta önce Osmanlı nefreti aşılandı ardından bu nefret Müslümanlığa yöneldi ve ortaya kendine yabancı, tüketmeye, tüketilmeye hazır bir insan profili çıktı. Aynı örneği Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede görebiliriz.
Yazar, direkt kalbe tesir eden cümleleriyle bulunduğu her şehrin siyasi ve toplumsal iklimini gözler önüne sermiş. Bazı kısımlarda hoş betimlemeler de bulunuyor. Bosna'nın Başçarşıya betimlemesini orayı gezmiş biri olarak tekrar yolculuğa çıkarmışçasına okudum. Nakş-ı Cihan'ı ve Dicle- Bağdat ilişkisini anlatan tasvirler canlılığın, Halep kalesinde ise hüznün etkisinde kaldım.
Yazarımız erken yaşta hayata veda etti, eminim söyleyeceği daha çok şey vardı fakat ölümün önünde hiçbir yarım yoktur. Bütün eksiklikler ölüm ile noktalanmak üzere tamamlanır. Ülkeler, medeniyetler, dinler ve en önemlisi insanlar gibi zamana mal olan her şeyin sonu muhakkak. Tarih de bize bu gerçeği göstermekte.
Bu yazı vesilesiyle yazar Akif Emre'ye Hak'tan rahmet diliyor, kitabının ümmet coğrafyasını tanımamıza vesile olması hasebiyle ahirette kendisine şahitlik etmesini bir okur olarak Rabbimden niyaz ediyorum.
KİTAP TANITIMI
Kitabın Adı: Çizgisiz Defter
Yazar: Akif Emre
Türü: Seyahat
Yayınevi: Büyüyen AY
Önsöz: Bu kitapta bir araya gelen yazılar gezi notları değildir. Her adımda doldurmaya çalıştığım deftere düşülen notlar... Her ne kadar önemli ölçüde yaşanan gerçeklere dair, toplumsaldan siyasala kadar çeşitli gözlemlerden oluşsa da o aslolan boş sayfayı doldurma çabasıdır. Buna yol düşüncesinden kesitler de denebilir.
Aynı mekana dair farklı zamanlarda düşülen notlar zaman içindeki değişimi aksettirse de asıl yolcunun o mekana dair algılarındaki dalgalanmaları yansıtır. Belli mekanlara, coğrafyalara dair tekrar tekrar düşülen notlar yazarının içinde değişmeyen arayışın izlerini taşır.
Bu anlamda on yılı aşkın süreye yayılan yazıların aynı mekanların etrafında dolaşması, belli coğrafyaları önemsemesi, sorduğu sorular, değişim içinde atadığı sabitelere dair yol düşünceleridir. Yolculuk telaşesi içinde alınmış hızlı notlara, çağrışımlara hep tarihi izdüşüm arayışı eşlik eder.
Çizgisiz Defter, aslında sınırların parçalandığı coğrafyamıza dair modern zamanların ideolojik iğvalarına karşı bir hatırlayış denemesidir. Her sayfası yeniden yazılmayı bekleyen şuurun defteri...
Şuheda EKİN