Aktüel Pencere
01.08.2023

Barbie'nin Daha Önce Hiçbir Yerde Duymadığınız Hayat Hikayesi

Yakın geçmişte, henüz kitle iletişim araçları varlığını göstermemişken aynı oda içinde aile fertlerinin bir tür demir parçasına saatlerce bakacağı kendi aralarında tek kelime etmeden aynı alanları paylaşacağı fikri; en iyi ihtimalle tahayyül sınırlarının ötesinde, bir çeşit ütopik dünya tasviri olarak yorumlanabilirdi. 
Oysa günümüze bakıldığında sadece odalara girmekle kalmayan bu araçların, planlanmış bir sözde reformla, kültürel farkları nispeten eksilterek tek tip insanlar oluşturduğunu ve batı kültürü hayranlığı aşıladığını görüyoruz. 
Hayranlık, beraberinde ezilmişliği ve "az gelişmiş" toplum aşağılığını getiriyor. 
Cemil Meriç kitabında Avrupa'ya benzemeye çalışan ve aslından utanan milletlerin kulağına Avrupa'nın "sen bir az gelişmişsin" diye fısıldayarak haddini devamlı hatırlattığını yazar. Bu iletişim araçları da "Onlara benzediğiniz ölçüde gelişmişsiniz" diye fısıldayarak devamlı toplumumuza, batı aile ilişkilerine, yaşamına, liberalitesine yönelme, bir çeşit sekülerleşme öğütlemektedir.
(Burada sekülerleşme kavramı batılaşma olarak görülmemeli özelleşmiş bir sekülerleşme olarak yorumlanmalıdır. Çünkü Batı'da Hristiyan olanla olmayan arasında belirgin bir fark görülmemesine müteakip dini inançtan bağımsız Batı'nın da metafiziksel inançları vardır. Bizim seküler numune bildiğimiz batı, ideal bulunan seküler toplum için yetersizdir. Kutsalların terk edilmesi batı diye ima edilen Avrupa insanında da eşzamanlı yönetilen bir projedir.)

Daha öncesinde bazı komplo teorilerinde aşırıya gidilmiş, realitenin aşılmış olunması, proje toplum inkılapları iddiasını okuyucuların gözünde bayağılaştırmış; spekülatif söylemlerden sıkılan insanlar, her eylemi sadece zahiri ile yorumlama eğilimine girmiş olabilir. Ama bunun da planlı bir değer azaltma olduğu ihtimali, düşünülmeye değerdir. Bazı söylemleri de devamlı tekrarlayarak içini boşaltma, sık sık duyulması ile ilk anda oluşan tesirini azaltma, tefekkürleri kurutma gibi durumların hedeflenmiş olduğu ciddiye alınılmayı hak eden güçlü ihtimallerdendir.
"Dizi, filmlerin toplumu ahlaksızlaştırdığı" cümlesi böylece alışılmış sıradan bir cümle hâline gelmiş ve üzerine düşünülmeye, yazılmaya, harekete geçilmeye değer bulunulmamaya başlanmıştır.

Her yaz servis edilen dizilerde çizilen bir ana karakter, genç kız; toplumun eğitilecek kızları için bir nevi simülasyon hayat yaşıyor, avamca ablalık ediyor, genç kızlarımız yerine hayatta var oluyor, okula/işe gidiyor, nasıl giyinilmesi, nasıl davranılması ve karşı cinsle olan konuşmadan insan ilişkilerine, hayatını nasıl organize etmesi gerektiğini öğretiyordu. Bu dizileri ve filmleri izleyen genç kızlar, izleme süresince ana karakterin kendisi olduğu hayaliyle izliyor ve 2-3 saatlik bir hayali hayat deneyiminin sonucunda dizi-film evreninden çıktıktan sonra kendi hayatını buna evirme eğiliminde oluyordu. 
(bknz: ayna nöronlar)

Üretilen sinema (!) ürünleri bir nevi "nasıl yaşanmalı" 
kılavuzu olarak evlere girdi. Ailelerde, bu masum görünümlü tamamıyla eğlenceyi amaçladığı iddiası ile pazarlanan ürünler, ebeveynlerle izlenen bir eğlence olarak odaların baş köşesinde yerini aldı. Kıymet arz etmek için bir odaya sadece onun adı verildi. Evlerin televizyon odaları bu amaç için var oldu. 

Estetiğin, güzellik algısının, bir salgın hastalık misali kıtalar aştığını, filmler, diziler, reels, shorts vs.. aracılığıyla bizlere bulaştığını gören bizler bu hastalıktan kendimizi ve ailemizi koruma adına neler yapıyoruz?
Kemerli burun, küçük göz gibi "eksik insan" özellikleri adıyla bildiğimiz doğamızı tanımlamak için İngilizce ‘de  "insecurities" kavramı ortaya atıldı. Doğrudan çeviri yapılacak olunursa kelime: güvensizlikler/emniyetsizlikler diye çevrilebilir. Güzellik algısına uymayan, ameliyatla vb. müdahalelerle değiştirilmeyen bu eksiklikler; güvensizlik, emniyetsizlik gibi psikolojik durumlara, mutsuzluğa, yersiz öfkeye ve özgüvensizliğin bireyde oluşturduğu üretim kısırlığına kadar bireylerin hassasiyet düzeylerine göre kişilerde farklı düzeylerde etkiler bırakıyor.
Bu gibi sebeplerle gelişim kat edemeyen, önceliklerini malayani belirlemiş bireylerin inşa ettiği özgüvensiz toplumlar, yaptıkça yetmeyen ve fazlasını gerektiren bir ameliyat, botoks kısır döngüsünde koşturup dururken aslında yerinde sayıyor. 
Sözgelimi son günlerde gündem olan ve üzerine yoğun PR çalışması yürütülen Barbie filmi, her mecrada bir şekilde varlığını duyurmakta, toplumda da varlığı; pembe giyinmeye yönelim, estetik ameliyatı güzellemesi, kızlarda giyim ve karakter yönelimi, erkeklerde feminenleşme gibi etkilerle gözlemlenmektedir. 
Gözle görülür büyük bir etki olmadığını iddia edenler, sosyolojik değişimlerin yüzyıllar içinde adım adım işlendiğini günümüzde yapılan araştırmalarla teknolojinin bu süreyi yarıya kadar indirdiğini unutmamalıdır.


Eski usule dönülmeli teknolojiden, sinema televizyonculuktan el etek çekilmeli fikrini savunmamakla birlikte bir sosyal medya, televizyon ilmihali çocuk eğitimine eklenmeli ebeveynlerin başlıca dertlerinden sayılmalıdır. İzlenmemesinin nasihat edildiği film, dizi reels shorts gibi içeriklere, temiz içerikli alternatifler üretilmelidir.


Reels, shorts vs.. bireylerin ilgi gösterdiği konu başlıklarına göre içerik sunan algoritma ile en temiz zihinleri bile uzun süre eğitici ve faydalı video izlemekten men eden, ara ara da olsa bu pr çalışmalarını gösterip yavaş yavaş doktrinlerini eken bir sistemle çalışıyor. 
Fikirlerin bazen geç yeşeren tohumlar gibi olduğu unutulmamalıdır. Muhatap tohumun ekildiğini fark etmez de, vaktiyle ekilen tohum yıllarca zihninde yeşermeyi bekler.


Yazımı tamamlamadan üzülerek şu hususu da ekliyorum: belki de bu sözleri sarf etmek için bile geç kaldık.
Günümüz münzevi aile yaşamları, bir odada, aileyi toplayıp televizyon izleyecek kadar bile kuvvetli olmayabilir. Birçok ailede toplanıp televizyon izleme aktivitesi, birlikte olmayı sağlayan tek ve nadir etkinlik hâline geldiğinden tüm aldıklarına rağmen sadece bu başarısı bile hoş görülmeye değer bulunmasına sebep olmuş olabilir.
Bireysel televizyonlar hâlini alan cep telefonları ile farklı odalarda kısa kısa videolarla ne izlediği belirsiz evlatlar, anne, babalar; fiziki açıdan aynı evin içinde, ruhi açıdan farklı mekânlarda, saatlerce bir gelişim, ilerleme, üretim ve muhabbet olmadan zaman çöpe atmaca oynuyor olabilir.
Tüm bu olabilir'le birlikte bizler de sadece bunlar üzerine yazma ve okuma faaliyetlerinden öteye gitmemiş olabiliriz.

 

Dua