Sessizliğin Peşinde
Her çağın kendi korkuları vardır. Bizim çağımızın korkusu ise çoğu zaman farkına bile varmadığımız bir gözetimdir. Sokağa çıktığımızda bizi takip eden kameralar, telefonda konum servisleri, internette gezinirken adımlarımızı kaydeden algoritmalar… Hepsi birer sessiz gözcü. Bazen bir reklam arasında karşımıza çıkan önerilerle, bazen de hiç farkına varmadan paylaştığımız özel anlarla kendini belli ediyor.
Mahremiyetin İnce Çizgisi
Mahremiyet dediğimiz şey, yalnızca kapalı kapılar ardında saklanan sırlar değildir. Mahremiyet, insanın kendine ait o küçücük sessizlik alanıdır. Kimsenin bilmediği düşünceler, kimsenin göremediği duygular, yalnızca kendimize ait olan mahzenler...Bir bakıma mahremiyet, insanın insan kalabilmesi için en temel şarttır. Gözetim çağında ise bu çizgi giderek silikleşiyor. Paylaşımlarımızla kendimizi ifşa ediyor, başkalarının meraklı bakışlarını gönüllü olarak üzerimize çekiyoruz. Kendi elimizle özel alanımızı daraltırken, aslında başkasının hayatına da aynı meraklı gözlerle bakıyoruz.
İslamî Perspektif
Kur’an, mahremiyet konusunda çok açık bir duruş sergiler:
“Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizlisini araştırmayın…” (Hucurât 12).
Peygamber Efendimiz (sav) de, insanların ayıplarını örtmenin önemini vurgulamış, gizliliği gözetmeyi men etmiştir. Bu yaklaşım, modern çağın “dijital gözetim” meselesi için de yol gösterici olabilir. Çünkü mahremiyet, sadece bireysel bir hak değil aynı zamanda toplumsal bir ahlaktır. Başkasının mahremiyetini ihlal etmeyen bir toplum, kendi fertlerinin mahremiyetini de korur.
Bilimsel Bir Pencere
Nörobilim, sürekli izlendiğini bilmenin beyin için gerçek bir stres kaynağı olduğunu söylüyor. Beyin, kendisini gözetleyen gözleri “tehdit” olarak algılıyor, kortizol gibi stres hormonları artıyor. Bu da kaygıyı, huzursuzluğu ve dikkat dağınıklığını beraberinde getiriyor. Yani mahremiyet, yalnızca kültürel veya dini bir değer değil, zihinsel ve biyolojik bir ihtiyaç.
Sosyoloji ise başka bir noktaya işaret ediyor. Kamusal ve özel alan arasındaki sınırlar bulanıklaştığında, insanlar kendilerini sürekli bir vitrin içinde buluyor. Vitrinde yaşayan insan ise bir süre sonra kendi hakiki kimliğini unutuyor. Çünkü sürekli gözetilen, sürekli kendini göstermek zorunda hisseden bir insan, eninde sonunda “başkalarının bakışı” ile tanımlanmaya başlar.
Çıkış Yolu: Sessizliği Yeniden Keşfetmek
Belki de yapmamız gereken, teknolojiyi suçlamaktan çok kendimize dönüp şu soruyu sormaktır: “Ben neyi gizli tutmak istiyorum ve neden?” Çünkü mahremiyet, başkalarının bize dayattığı sınırlar değil, bizim bilinçle çizdiğimiz çizgilerdir.
Bilinçli bir dijital kullanım, ölçülü paylaşımlar, etik ilkelere dayalı medya… Bunların hepsi bu çağın “mahremiyet cihadı”dır.
Her paylaşım butonuna dokunmadan önce düşünmek, her gözlem fırsatında merakı geri çekmek, aslında kendi özgürlüğümüzü savunmaktır.
Sonuçta, gözetim toplumunda yaşamak kaçınılmaz olabilir. Ama mahremiyet, elimizden tamamen alınabilecek bir şey değildir. Çünkü mahremiyet, insanın özünde sakladığı en derin sırdır. Ve bu sır, teknolojinin değil, insanın kendisinin koruyabileceği bir emanettir.
Meryem ELBAHADIR
*******************************************