Güneş, sabahın verdiği haklı bir gururla dünyayı aydınlatırken bu şehre seher hiç uğramıyor gibiydi. Yaşam ve hayatta kalma mücadelesinin verildiği şu yeryüzünde hata yapmamak, emredildiği gibi yaşamak birinci ilkeydi Esaret ülkesinde.
Neden, niçin esiri olunduğunun sorulmasına gerek dahi yoktu. Çünkü Müslüman olmanız farklı bir etnik kökene mensup olmanız dahası belirli bir fikrinizin olması yeterliydi esir alınmanız için. Unutmayın ki siz bir çift gözün esiriydiniz; perdeleri herkes gibi kapatıp açamaz, kapıları kapalı tutamaz, istediğiniz veya kendi dininizin kitabını okuyamaz, mutfaktan odaya kesici hiç bir şey taşıyamazdınız. Çocuklarınıza geçmişinizi, atalarınızı ve örfünüzü anlatamazdınız. Yönetime duyduğunuz derin saygı ve mutluluğu her gün şarkılarla duyurmak zorundaydınız. Çünkü siz, esaret ülkesinin yegane esiriydiniz. Siz esirdiniz, komşunuz ise yan koğuşta bulunan mahkum(!) ve burası bir esaret ülkesiydi unutmayın! Evinize yönetim tarafından gönderilen misafir ile yaşamak zorundaydınız. Öyle ki eşinizle bile tek başınıza yatamazdınız. Sizinle kültür kaynaşması için gönderilen bu misafiri hayatınızın bir alanından mahrum mu kılacaktınız, yoksa istediği her şeyi ona vermekten geri mi kalacaktınız? Unuttunuz galiba siz suçluydunuz ve farklı bir etnik kökeninizin olduğunuzu biliyordunuz.
O halde çözüm belliydi: sizi eğitmek gerekti. Size kim olduğunuz yönetim tarafından bildirilmeli, öğretilmeliydi. Bir okul lazımdı size. Şöyle güzelce eğitileceğiniz bir okul, ülkenizi kendinizi tanıyacağınız muazzam bir okul. Bu okulun birinci şartı dışardan bakanı hayrete düşürecek olmasıydı, tam bir eğitim ve mutluluk diyarını çağrıştırmalıydı. Siz de buna destek vermeli gelen kameralara güler yüzünüzü hiç eksik etmemeliydiniz. Çünkü siz, sizi esir eden devlete hayran bir esir olmalıydınız!
Kurulacak olan bu eğitim kampı sizi belirli bir süre misafir, devamında da mezun edecekti. Zaten hâlihazırda esaret ülkesindeyken neden bir kampa ihtiyaç duyduğunuzu anlamamış olabilirsiniz, anlamanıza gerek de yok aslında, siz sadece denileni yapmak zorunda olan bir esirdiniz. Yoksa kimsenin size ülkeden çıkmamanız, yaşanılanı dünya duymasın diye kamp adı altında kökeninizi unutturmak için işkence dozajını arttıracağını söylemesini bekleyemezdiniz. Siz modern dünyada, gelişmiş bir ülkede, esareti yaşayan bir esirdiniz. Size kim inanırdı, inanan kaç kişi sizi anlatırdı? Okul olarak zikredilen bu kampta sabahınız koşu ile başlamalıydı. -sonuçta aç karınla bir saat boyunca kesintisiz koşmanız sağlığınıza oldukça faydalıydı- Siz esaret ülkesinin eğitim kampında bir esaret işçisiydiniz ve tek işiniz denileni yapmaktı. Günün geri kalanını ise emir komuta askerlerinin size uygulayacağı keyfi eğitim amaçlı işkenceler oluşturuyordu. Bugün yaşayacaklarınız dünden pek farklı sayılmayacak ve vücudunuz direnmeyi ya da yaşamayı bırakana değin sürecekti.
Bir distopya ürününden fırlamış gibi duran bu cümleler aslında hâlihazırda devam eden bir durumun yalnızca duyrulabilen kısmını oluşturuyor. Aldous Huxley bu dünyayı görse Yeni Cesur Dünya’nın esaret dünyası olduğunu düşünmesi ortalama ne kadar sürerdi? Ya da dünyanın bu zulme sessiz kalması ne zamana dek sürecek? Dünya medyasına bu denli saklı duran Çin, ne zaman gerçekleri saklamaktan vazgeçecek? Soykırım olarak adlandırılan bu duruma nasıl dur denecek?
Hikayenin başına dönmek lazım esaret ülkesinin henüz esir alınmadan önceki yıllarına, kara bir veba gibi yayılmaya ant içen Çin’in hasta olduğunu kimseye sezdirmediği yıllara, özgürlük naralarına inanılan 1949’lu yıllara.
1949'un Nisan ayında ABD, Doğu Türkistan’da bir devlet kurma projesi ortaya koymuş ancak bunu fark eden SSCB lideri Stalin, Çin Komünist Partisi ile irtibat kurarak Doğu Türkistan’ı işgal etmesini teklif etmişti ve 1949’un sonuna doğru ÇKP Doğu Türkistan’ı işgal etti. Elbette bu işgalde 19.yüzyılda Rusya ve İngiltere arasında Orta Asya’daki mücadele olarak tanımlanan The New Great Game (Büyük Oyun) etkisi de yadsınamazdı.
Çin’in Doğu Türkistan’ı istemesinin esas sebebi bu değildi. Hun Devleti ve 2.Göktürkler ile verdiği mücadeleyi 2000’ li yıllardan bugüne taşımış dünyaya hâkim olma hayalleri ile büyümüştü. Çin kolay kolay vazgeçmiyordu savaş ile ele geçiremediği Doğu Türkistan’ı vaat ettiği güzellikler ile avucunun içine almak istiyordu. ÇKP’den önce iktidarda bulunan Çin Milliyetçi Partisi Doğu Türkistan’ın iki kere kurmaya çalıştığı devleti yıkınca Çin Komünist Partisi bu durumdan faydalanarak iki sene içinde Doğu Türkistan devleti kuracağını ve her şeyi normale çevireceğini müjdelemişti. Uygurlu halk kendisine destek çıkarken ÇKP’nin bu inandırıcı konuşma ve vaatleri köprüyü geçinceye kadardı. Seçim sonrası gerçek yüzünü göstermiş, esas istek ve planını devreye koymuştu. ”Bir Kuşak Bir Yol Projesi” adını verdiği ve 21.yüzyıldaki en güçlü projesi olarak tanımladığı bu projeyi resmi olarak şöyle tanımlıyordu; Tayvan’da bir sorun çıkarsa Doğu Türkistan ve Orta Asya’yı etkilemez. Orta Asya'da bir sorun çıkarsa Tayvan’da da mutlaka bir sorun çıkar. Tayvan ile Çin aynı ırk ve kültürü paylaşıyor. Sorun çıkarsa bile nasıl olsa gelecekte alabiliriz. Fakat Doğu Türkistan tamamen farklı bir ırktan olduğu için geri alma şansı neredeyse hiç yok.
Çin felsefesini unutmayın: "Farklılık, tehdittir". Tehdit olmanız ve tehlike arz etmeniz için Uygurlu veya Kırgız olmanıza gerek yok, farklı olmanız yeterlidir. Bu proje ise bunun en büyük delili. Tehlike de oyun da yalnızca Doğu Türkistan’ı kapsamıyor dünyayı ilgilendiren bir amacı barındırıyor. Bu amaca Doğu Türkistan'la başlanmasının nedeni: Çin ile komşuluğunun yanı sıra stratejik olarak zengin bir konumda bulunması, Pamir, Altay, Tanrı Dağı olmak üzere üç dağın kuşattığı alanın Çin'e bakan tarafının ise dümdüz olması, Çin için koruma görevini üstlenmiş olması.
Tüm bu sebeplerin birleşimi ve Çin’in dünyayı, Çinlileştirerek ele geçirme planı hâkimiyet hırsını arttırmış işe Uygurluların ırkını unutturup Çinli olduklarına inandırmak ile başlamıştı -en azından şimdilik- .Sırada diğer dünya ülkeleri de vardı ve Doğu Türkistan sadece bir başlangıçtı. Orta Asya ve diğer doğu ülkeleri için arabulucu görevini üstlenmişti.
Hatırlayın; Suudi Arabistan-Irak arasında arabulucu olmuşken, Filistin- İsrail arasında ise bu rolü taşıyacağı teklifini etmişti. Hikâye ne kadar da bilindik. “Biz size yardımcı olmak, barışı sağlamak için geldik” cümlesi kulağa ne kadar da tanıdık geliyor öyle değil mi?
Çin’in farklı ırkları istememesinin yanında İslam’ı da tehdit olarak görmesine gelince; Çin Komünist Partisi halkın kendisine itaatini birinci ilke olarak görüyordu 21.yüzyılda Firavun paltosuna bürünen Çin, İslam dinine sahip olanları şöyle tanımlıyordu; Müslümanlar, yiyecek, içecek ve nimetlerin ÇKP tarafından verildiğini kabul etmiyorlar. İnsanlar bütün nimetlerin ve her şeyin Allah tarafından verildiğine inanıyorlar. Bu insanlar sadece bu tür bir düşünceye sahip oldukları için tutuklanıyorlar. Bu, onların en büyük suçları.
Son ifade tüyler ürpertici, bir dine özelinde İslam’a sahip olmanız sizi potansiyel suçlu haline getiriyor. Kendi özgür iradeniz, seçiminiz sizi; önünü alamayacağınız işkence ve suçlamalar ile buluşturuyor. Bu tüm dünyanın gözleri önünde “Eğitim kampı” adı altında rahatlık ve serbestlikle yapılıyor. Sizi kendi fikir ve yaşam biçimi içerisine mahkûm etmeyi eğitmek olarak adlandırıyor. Soykırım, eğitim ağacının arkasında saklanıyor. Bir soyun nasıl yok edileceği dünyaya eğitile eğitile öğretiliyor.
Yapılan bu zulüm 2022 yılının Eylül ayında Avrupa ve Dünya Kamuoyu tarafından işkence soykırım olarak kabul edildi. Doğu Türkistan’dan gelen kişilerin ifadeleri baz alındı. Ancak Çin, Dünya Kamuoyunun gözünü boyamak adına gerçeği yansıtmayan görselleri medyaya servis etti. Avrupa’dan heyetlerin gelmesini ve bu kampların kapılarını onlara açacağını belirtti fakat gözlem yapmaya giden heyetleri Çin, kendisi seçmişti.
Avrupa, Çin ile kendi maslahatı olduğu için sadece göstermelik tepkiler vererek ortamı yumuşatma hedefinde ilerliyor. Bu sebepten bildiği, gördüğü duruma sessiz kalıyor her zamanki Avrupa; üç maymunu oynuyor.
Sizden istenen ve beklenen, Çin’e gidip savaşmanız değildir. Zulme sessiz kalmamak onu duyurmanın yanı sıra Çin’in dünyaya yayılarak "dünyayı Çinlileştirme" hedefini unutmayın. Kapıya bir dost; müttefik olarak yaklaşacak olan Çin’in ipekten kumaşlarına sakın kanmayın.
Ravzanur DEGER